Herkes soruyor: Neden bu durumdayız?
Daha açıkçası neden ekonomik olarak her şey kötüye gidiyor?
Neden bir düzelme belirtisi görülmüyor?
Demokratik gelişme yerine neden gerileme ve daralma yaşanıyor?
Haklar ve özgürlükler neden bir türlü geliştirilemiyor?
Gelir dağılımı onlarca yıldır neden bir iyileşme göstermiyor?
Neden çalışanların önemli bir bölümü (yaklaşık üçte ikisi) asgari ücret dolayında bir gelirle yaşıyor?
Soruların ardı arkası kesilmeyebilir. Üstelik tümü de çok önemli, anlamlı ve mutlaka yanıtlanması gereken sorular
Ama nedense boşlukta sallanıyor…
**********************************
Neden sonuç ilişkilerini doğru kurmak ve olan biteni gerekli bağları oluşturarak doğru anlamak durumunda değil miyiz?
Öyleyse; önce bazı ilişkileri inceleyelim. Örneğin Türkiye’nin AB ülkeleriyle karşılaştırmalı enflasyon oranlarına bir göz atalım. (Tablo 1)
TABLO 1
Bugün, 2022 yılının ilk çeyreğinin sonunda Türkiye, enflasyon oranlarında AB ile karşılaştırmada açık ara önde gidiyor. Çok büyük bir fark var. Türkiye’deki %70’le düzeyinde TÜİK’in açıkladığı inandırıcı olmayan enflasyon nerede; Avrupa’nın ortalama %8,1 olarak açıklanan enflasyonu nerede?!
Bunun önemi büyük; çünkü yüksek enflasyon yoksullaşan halk demek. Çoğunluğu ücretli-maaşlı olan ülke insanlarının kursaklarından alınarak varlıklılara-sermayeye ‘’can suyu’’ vermek demek. Düzenleyici hiçbir araç ve önlem yokken, yüksek enflasyon kamunun politika yapıcıları tarafından da desteklenen ‘’toplu açlık ayinleri’’ demek.
Tabloda enflasyon fırlamış gitmiş. Üstelik TÜİK’in ‘’muhafazakâr rakamları’’ bunlar. Gerçek değerlerin ise en az açıklananın 2 katına ulaştığı yaşayarak deneyimleniyor.
Kaldı ki, bu kadar dehşetli olmasa da Türkiye enflasyonda hep en önlerde. Son 30 yıla bakalım: Ne görüyoruz? Evet; farklar bugünkü kadar değil. (Tablo 2) Ama maşallah hep en öndeyiz. Başka bir deyişle; ‘’Vücut hep yüksek ateşte!’’. Bu yıl, daha doğrusu son bir yıldır, ateş giderek iyice yükselmiş bulunuyor.
TABLO 2: Yıl Ortalaması Tüketici Enflasyonu Oranları (%)
Kaynak: Dünya Bankası, Lastik-İş Sendikası Çalışma Raporu 2020
Peki; gelirler ne durumda? Enflasyon yüksek olabilir; ama bakarsanız belki gelir de karşılaştırmalı olarak yüksektir! Kim bilir?
Bu açıdan incelendiğinde asgari ücret düzeyinde bir umut yok. Avrupa çapında en düşük asgari ücret artık aylık 275 Euro (5004/18.2) ile Türkiye’de! ‘’Elin gavuru’’ almış başını gitmiş. Dünün Doğu Bloku bile Türkiye’yi sollayıp geçmiş.
TABLO 3
Fotoğrafa yakından bakalım:
Bulgaristan 10 yıl önce Türkiye’nin %38’i imiş; şimdi %2 fazlasına yükselmiş.
Başka bir ifade ile 10 yıl önce Türkiye’de asgari ücret 100 iken, Bulgaristan’da 38 düzeyindeymiş. Bugün ise Türkiye 100 sayıldığında, Bulgaristan 102 düzeyine yükselmiş. Bu demektir ki; Bulgaristan Türkiye’yi çok geriden gelerek yakalayıp geçmiş bulunuyor. (Tablo 3) Diğer Avrupa ülkelerinde de farklı bir durum yok. Bütün değerler Türkiye’nin diğer tüm ülkeler karşısında göreli olarak yoksullaştığını açıkça gösteriyor.
Öte yandan ‘’geçinmekte zorluk çeken(!)’’ Almanlara gerçekten acımamak elde değil. Türkiye’nin 6 (altı) katı asgari ücret var. Üstelik 10 yıl öncesine kadar Almanya’da asgari ücret diye bir şey yoktu. Kim bilir o zaman ne kadar zavallı durumdaydılar(!). Oysa bizim 50-60 yıldır asgari ücretimiz var. Gelişmiş ve köklü kurumlarımızla övünmeliyiz. Ama açlık sınırının altında kalmış hep… Olsun, bir gün gelir, düzelir; siz yaşına bakın!
TABLO 4
Türkiye’de asgari ücretin göreli olarak düşük ve yetersiz olduğu karşılaştırmalardan kolaylıkla görülebilir. Kaldı ki 2022 yılının Mayıs ayı temel alındığında açlık sınırı asgari ücretin net tutarının neredeyse %50 fazlasına çıkmış ve net 6.000 TL dolayına ulaşmıştır. Yoksulluk sınırı ise asgari ücretin netinin yaklaşık 5 katına ulaşarak, tarihin ortaya koyduğu en yüksek değerlerden birisi olarak şekillenmiş bulunmaktadır.
2022 yılının 1 Temmuz’undan geçerli olarak yürürlüğe giren Asgari ücret net 5.500 TL/Ay olarak saptanmıştır. Aslında bu yeni tutar da gerçek durumda hiçbir değişiklik yaratmamaktadır. Çünkü Temmuz 2022 tarihinde açlık sınırı yaklaşık net 6200 TL/Ay’a yükselmiştir. Dolayısıyla Asgari Ücret ilk belirlendiği anda bile açlık sınırının altında kalmış bulunmaktadır. Aynı durum yoksulluk sınırı için de geçerlidir. Çünkü Temmuz 2022’de yoksulluk sınırı yaklaşık net 21.000 TL/Ay olarak hesaplanmıştır. ‘’Yeni’’ asgari ücret yoksulluk sınırının 4’te biridir. Üstelik 2022 yılının ikinci 6 ayı boyunca enflasyon yükselmeye devam edecek; buna karşılık asgari ücret 31 Aralık 2022 tarihine kadar sabit kalacaktır. Böylece 2022 yılında açlık sınırı yükselecek, buna karşılık asgari ücret artmayacaktır. Bu durum, 2022 yılında da ‘’ücretlilerin yoksullaşmasının’’ hızlanarak devam edeceğini açıkça göstermektedir.
Öte yandan, yalnızca asgari ücret değil, asgari ücrete yakın gelirlerle çalışanların oranlarına bakıldığında Türkiye’nin içinde bulunduğu yoksullaşma çok daha çarpıcı bir biçimde gözler önüne serilmektedir. Çünkü Türkiye’deki ücretlilerin yaklaşık %57’si asgari ücrete yakın gelirle yaşamaktadır (Tablo 4). Bu değer, Avrupa’da asgari ücrete yakın ücret geliriyle yaşayanların oranından çok fazla bir çalışan sayısını ifade etmektedir.
Bu sonuçlar Türkiye’deki ücret yapısının bozukluğunu ve satın alma gücünün gerek ülke düzeyinde gerekse uluslararası karşılaştırmalarda çok düşük düzeylere gerilemiş bulunduğunu tartışmasız bir biçimde ortaya koymaktadır. Belirtilen eğilimlerin doğal sonucu olarak gelir dağılımında ücretlilerin payının giderek gerilediği görülmektedir. Yapılan son çalışmalar katma değer içindeki ücret payının Türkiye’de son 3 yılda %39,1’den %31,5’e gerilemiş olduğunu ortaya koymuştur (Tablo 5). Ücretlilerin gelir düzeyinin düşmesi ve satın alma gücünün gerilemesi bütün bu göstergelerin doğal sonucu olarak yaşanan kaçınılmaz bir sonuçtur. Üstelik 2021 yılının son çeyreğinden başlayarak büyük bir artış gösteren ve bugüne kadar artarak varlığını sürdüren enflasyon da ücretlerdeki gerileme eğiliminin devam edeceğini ortaya koyan bir başka etkendir.
TABLO 5
Kaynak: TÜİK, DİSK-AR
Şimdi sormak gerekmiyor mu? Bütün bu sonuçlar kendiliğinden ve rastgele mi oluştu? Ya da bu gelişmeyi yalnızca siyasal iktidarların yaklaşık 40 yıldır uygulayageldiği ve ucuz işçilik ile büyümeyi temel alan ekonomik politikalarla açıklamak mümkün müdür? Bütün dünyanın çok ötesine geçen olağanüstü çarpık ve satın alma gücünü bütün dünya ülkelerinde yaşanandan çok daha fazla düşüren bu ücret ve gelir yapısının oluşmasını doğuran etkenleri nasıl değerlendirmek mümkündür?
Herhangi bir açıklama yapmaksızın, ‘’Oldu da bitti maşallah, bir gün düzelir inşallah!’’ diyerek elbette devam edilebilir. Ya da ‘’Bu işler üç ay sonra düzelecek, sabredin, en geç 2023’ün Mart’ında hepinizi aydınlık günler bekliyor!’’ gibi de konuşulabilir.
Şaka bir yana, nedenlere doğru yönelip, bu olağanüstü olumsuz sonuçlara yol açan toplumsal etkenleri sorgulamak gerekmiyor mu? Örneğin uygulamada olan toplu sözleşme yapısının bugün gelinen aşamada bir etkisi yok mudur? Gerçekten de burada şaşı bir durumun varlığı görülüyor. Dünya’da Toplu sözleşme kapsamında yer alan işçi sayısının en az olduğu ülkelerden biri Türkiye. Hem de ne azlık! Topu topu %8-9 (Tablo 6). Bu değer şu anlama geliyor: İşsizler ile çalışanların toplamından oluşan her 100 işçiden yalnızca 9’u toplu sözleşmelerden yararlanıyor. Geri kalan %91’i ne yapıyor? Hiç; işverenler ya da işveren-devlet ne verirse, yasalar neyi düzenlerse o kadar işte! Asgari ücrete yakın ücretlerle çalışanların oranının toplumun yaklaşık %60’ına ulaşmasına bu yapı yol açıyor olmasın? Onlarca yıldır bu konuda hiçbir değişikliğin gerçekleşmemesinin, sendikaların bile konuya ilişkin taleplerini dile getirememesinin nedenleri neler olabilir? Başka bir yaklaşım olarak, 40 yıldır çalışma süresinin 1 dakika bile düşürülemeyişinin nedeni nedir? Teknolojik gelişmeye bağlı olarak haftalık çalışma süresinin 37-38 saatten, haftalık 4 gün içinde 30 saatin altına inmesinin konuşulmaya başlandığı bu günlerde, Türkiye’nin 45 saati sürdürme kararlılığı (!) gerçekten ilgi çekicidir. Dolayısıyla, yalnızca parasal gelirlerin var olan düzeyinden değil, çalışanların bir bütün olarak haklarının yetersizliğinden ve gerilemeden söz etmek gerekmiyor mu?
TABLO 6: Sendika Üyeliği ve Toplu Sözleşme Kapsamı
Yıl | Toplam Çalışan Sayısı | Sendika Üyesi | Tis Kapsamındaki Üye Sayısı |
Tis Kapsamı Dışında Üye Sayısı |
Tis Kapsamı Dışında Üye Oranı |
2013 | 11.255.212 | 1.016.919 | 875.794 | 220.746 | 20,1 |
2014 | 11.943.896 | 1.143.011 | 954.192 | 343.272 | 26,5 |
2015 | 12.462.815 | 1.363.260 | 1.004.143 | 509.910 | 33,7 |
2016 | 12.851.067 | 1.506.962 | 1.089.252 | 457.313 | 29,6 |
2017 | 13.140.662 | 1.585.102 | 1.444.709 | 269.688 | 15,6 |
2018 | 13.982.930 | 1.758.276 | 1.131.738 | 727.300 | 39,1 |
2019 | 13.588.023 | 1.876.604 | 1.506.482 | 411.331 | 21,4 |
2020 | 14.054.288 | 1.932.029 | 1.382.880 | 686.596 | 33,2 |
2021 | 14.699.503 | 2.096.581 | 1.573.494 | 616.151 | 28,1 |
2022 Ocak | 15.294.362 | 2.189.645 |
Kaynak: AÇSHB verileri, Ocak 2019-2022.TİS’e ilişkin veriler Bakanlık’tan CİMER aracılığıyla istenmiştir. DİSK-AR tarafından hesaplanmıştır.
Yokluk, yoksulluk bu değil mi? Üstelik veriler büyük bir sorunu da açıkça gösteriyor:
Avrupa’da sendika üye sayısının, toplu sözleşme kapsamındaki işçi sayısından yüksek olduğu tek ülke Türkiye. Belki Dünya’da bile başka bir örneği olmayabilir; bu alanda kendimize özgü olarak tek kalmış olabiliriz. Çünkü ABD’de (biz hala onun küçüğüyüz) bile toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi sayısı, sendika üye sayısından daha fazla.
Burada ‘’Türk usulü bir cambazlık mı var’’, yoksa ‘’Avrupalılar ve bütün dünya mı aptal?’’
Düşünmeli gerçekten…
Bizim insanlarımız dünyanın en düşük gelirli, en adaletsiz ve örgütsüz toplumlarından biri olmayı istemeyeceğine göre ‘’Bütün bunlar ne anlama geliyor?’’ diye sorulmalıdır.
Bu soru bizi kaçınılmaz olarak ‘’sistem sorununa’’ götürür. Bu sorun da çok yönlüdür:
Uygulanan ekonomik politikalar, vergi politikaları, toplu sözleşme sistemi, toplu sözleşme düzeyleri, sendikal örgütlenme yapısı, örgütlenme düzeyi, üyelik sistem ve ilişkileri, üye-sendika ilişkileri, sendika siyaset ilişkisi, sendika içi demokrasi, demokratik haklar, v.b.
Elbette AB’ye üyelik vizyonuna sahip gelişmiş sermayenin de sendikal haklara saygı(!) gösterdiğini unutmadan!..
Sistemi düzeltmeden hiçbir şey düzelmeyecek mi diyoruz. Evet; bazı şeyler düzelse de temelde hiçbir şey sistem değişmedikçe nitelik olarak değişmez. Tam da onu diyoruz.