- Soruna Genel Bakış:
Son günlerin en çok konuşulan konusu enflasyon. Fiyatlar aldı başını gidiyor. Ülkede enflasyon oranının kaç olduğu konusunda tam bir belirsizlik hakim. “Fiyatlar TÜİK’in yanından geçip gidiyor.” şeklinde espriler yapılıyor. Kadınların “yaşlarını, “TÜİK’in enflasyon ölçümlerine göre yeniden tanımladıkları” söyleniyor.
Ama ortada şakaya boğulamayacak apaçık bir gerçek var! “Fiyatlar hızla yükseliyor ve ücretliler yoksullaşıyor!” Bu ortamda gelir dağılımının daha da bozulduğunu söylemek ise basit bir sonucu ifade etmek oluyor.
Enflasyon ekonomideki bir dengesizlik… Kapitalizmin inişli çıkışlı işleyişinin her an “patlayabilir” bir sonucu. Tüm Dünya ülkelerinde her zaman dikkatle izleniyor. Ülkemizde de uzun yıllardır ölçülüyor; tartılıyor ve önlemler konuşuluyor.
Ne demek enflasyon? Basit bir anlatımla; “satın alınan malların fiyatlarının genel olarak ve sürekli olarak artması” demek. Çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak için kişiler, devlet ve özel kurumlar sürekli alışveriş yapıyorlar. Ekonomi, bu mal alım-satım işlemlerinin genel adı aslında. Kapitalist Piyasa denilen de bu. Değişik türleri var ama piyasasız bir ekonomi yok! Önemli olan piyasanın nasıl düzenleneceği, gerçekleşeceği ve işleyeceği…
- Fiyatlar Kaç Türlü Ölçülüyor?
İşte bu piyasanın, bir yandan kişilerin kendi gereksinimlerini karşılamak için mal aldıkları “tüketici malları” bölümü var. Bir de, üretim kuruluşlarının ve satıcıların üretim ve satışlarını gerçekleştirmek için gereken her türlü malı aldıkları üretici malları bölümü işliyor.
Peki fiyatlar bu iki piyasada nasıl gerçekleşiyor? Öncelikle belirtilmelidir ki, bu iki piyasada fiyatlar ayrı ayrı ölçülüyor. Tüketim mallarının alınıp satıldığı piyasadaki fiyatlar ölçülerek Tüketici Fiyatları Endeksi oluşturuluyor. Üretim için alınıp satılan malların fiyatlarındaki değişim de izleniyor, ölçülüyor ve “Üretici Fiyatları Endeksi” şeklinde sunuluyor.
Diyelim, tüketim mallarından seçilmiş 300 ürünün fiyatı ölçülerek bir sonuç ortaya konulmuş olsun. Bu sonuç elbette 300 tüketim malının ortalama fiyatını gösterecektir. Ekmek, yağ, gazete, tuz, bilgisayar, domates gibi 300 ürünün ortalama fiyatı bir önceki aya göre nasıl gelişmiştir? Fiyatlar yükselmişse, aylık enflasyondan söz edilir. Bu kavram, tüketici fiyatlarında “bir aylık enflasyon” denilen şeydir.
Aynı şekilde bir önceki yılın aynı ayına göre ortalama fiyatlar yükselmişse, yıllık enflasyondan söz edilir. Başka bir deyişle tüketici fiyatlarında gerçekleşen “bir yıllık artış” ifade edilmiş olur.
Fiyat artışları “altı aylık” olarak izlenebilir. Ayrıca “yıllık ortalama değer” olarak da ölçülür. Bu kavramlar yazının ilerleyen bölümlerinde hem teknik açıklamaları sunularak hem de ücret zammı ile ilişkileri içinde incelenecektir.
Tüketici fiyatları için anlatılan durum, üretim mallarının fiyatları için de geçerlidir. Çeşitli ham maddelerin ve toptan satılan ürünlerin fiyatlarındaki artış, belli mal sepetleri için izlenir, değerlendirilir ve “üretici fiyatları endeksi” olarak düzenlenir. Bu endekslere göre de üretici fiyatlarında aylık, 6 aylık, bir önceki yılın aynı ayına göre 12 aylık ve yıllık ortalama artış değerleri hesaplanır. Bu sonuçlar, söz konusu örnek mal sepetinde yer alan tüm malların ortalama değerini yansıtır.
- Fiyat Artışları Nasıl Oluşur?
Bu ortalama artış, fiyatlar konusunda bir hesaplama yapabilmek için “kaçınılmaz olarak” başvurulması gereken bir yöntemdir. Çünkü, örneğin, tüketim mallarında fiyat hareketleri izlenirken tüm malların fiyatlarının hep birlikte aynı anda yükseldiği az görülen bir durumdur. Genellikle kimi malların fiyatları yükselirken, kimilerinin fiyatları aynı kalır; kimilerinin fiyatlarının ise düştüğü görülür. Piyasada çeşitli nedenlerle ürünlerin çoğunun fiyatında iniş-çıkışlar oluşur. Örneğin sebze, meyve fiyatları büyük oynaklık gösterir. Çünkü yazlık sebze ve meyveler kışın daha pahalıdır. Yazın da pahalı olabilirler; ama genellikle kış mevsimine göre fiyatlarında belli bir düşme gerçekleşir. Burada, hayat pahalılığı ile enflasyon arasındaki ilişkiyi ele alan başka bir tartışma söz konusudur. Bu konu da, ilginç bir tartışma olarak yazının ilerleyen bölümlerinde incelenecektir. Aynı fiyat değişkenliğini, mevsimsel dönemlere göre giyim-kuşamda, pantolonda, cekette, gömlekte, paltoda, mantoda görebilirsiniz. Okulların açıldığı dönemde okul giysileri ile çeşitli araç-gereçlerin fiyatlarının yükselişe geçtiği herkesin bildiği bir durumdur. Özellikle üniversite öğrencilerinin yoğun yaşadığı yerlerde okullar açılırken ev kiraları ve servis ücretleri uçuşa geçer. Öte yandan, ulusal paranız yabancı paralar karşısında değer yitiriyorsa bu durum iç piyasaya fiyat artışı olarak yansıyacaktır. Örneğin Türk Lirası ABD dolarına karşı değer yitirdiğinde, yurtdışından alınan ürünlerden başlayarak fiyat artışları tüm mallara dalga dalga yayılır. Günümüzde artık evlerin, işyerlerinin ve genç-yaşlı herkesin vazgeçilmezi olan cep telefonu ve bilgisayar gibi ürünlerin durumu böyledir. Aynı etki, yurtiçinde üretilen ama üretiminde önemli ölçüde dış alım ürünü kullanılan mallar için de geçerlidir. Bu mallar yurt içinde üretilse bile, üretimlerinde kullanılan parçaların ya da hammaddelerin önemli bir bölümü yurtdışından alındığı için, örneğin çeşitli elektronikler, beyaz eşya ve otomobil gibi malların fiyatları, Türk Lirasının değeri düştükçe yükselir. Demek oluyor ki uygulanan sanayileşme politikası, aslında fiyat artışları ve enflasyonun varlığı konusunda etkilidir. Ülke içinde üretilen ürünlerde ne kadar çok yabancı girdi kullanılırsa, ekonominin ve fiyatların duyarlılığı o ölçüde artacaktır.
Benzer şekilde örneğin, uygulanan tarım politikası da enflasyon konusunda çok önemli bir etki yapacaktır. Elbette bugün hiçbir ülkenin yalnızca kendi sınırları içinde üretim yaparak yurttaşlarını doyurması ve giyindirmesi mümkün değildir. Ancak, bu durum, uygun bir tarım politikası izlenerek ülke kaynaklarının etkin kullanılması zorunluluğunu ortadan kaldıramaz. Hele Türkiye gibi gerçekten geniş ve verimli topraklara sahip bir ülkede, tarım ürünlerinin üretimi ile hayvancılığın giderek gerilemesinin anlamlı hiçbir açıklaması olamaz. Çünkü tarım ürünlerinin yetersizliği her zaman gıda fiyatlarında yükselişe, enflasyona, yoksulluğa, beslenme yetersizliklerine ve açlığa yol açabilir.
Doğalgaz, elektrik, petrol ve çeşitli yakıtlar gibi enerji kaynaklarında dışa bağımlı olmak da, çok çeşitli nedenlerle uluslararası piyasadaki hareketler ve döviz kuru oynaklıkları dolayısıyla enerji fiyatlarında yükselişe yol açabilir. Üstelik enerji fiyatlarındaki artış, üretilen ve tüketilen tüm ürünlerin fiyatlarını etkileyerek, çiftçinin ektiği patatesten sanayicinin ürettiği her türlü mala; taksi ücretlerinden buğday ve ekmek fiyatlarına kadar uzanan bir yaygınlıkta fiyat artışlarına yol açar. Bu durum aslında halk arasında, “iğneden ipliğe zam” denilerek en iyi şekilde özetlenmiştir.
- Fiyat Artışlarının Gelir Düzeyleriyle İlişkisi
Çok boyutlu ve çok çeşitli gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan enflasyon, ortalama bir fiyat yükselişini ifade eder. Örneğin, ekmeğin fiyatı artarken domatesin fiyatı düşmüş; ayakkabının fiyatı ise değişmemiş olabilir. Bu nedenle enflasyon yalnızca fiyat artışlarını açıklayarak anlaşılamaz. Fiyatlarda ortaya çıkan değişmelerin uygun bir sistem içinde izlenmesi ve değerlendirilmesi gerekir. İşte genel olarak enflasyon ölçümü konusunda tartışmaların başladığı yer de burasıdır. Çünkü, örneğin, günde dört ekmek tüketen bir aile ile günde yalnızca bir ekmek tüketen bir ailenin ekmek fiyatlarındaki artıştan aynı şekilde etkilenmesi beklenemez. Benzer şekilde gelirinin dörtte birini gıdaya ayıran birisi ile gelirinin yarısını gıdaya ayırmak zorunda kalan birisinin enflasyonu da aynı olamaz. Toplam gelirinin yarısını kiraya veren bir aile ile üçte birini kiraya veren ya da hiç kira ödemeyen bir ailenin enflasyonu da farklı olacaktır. Benzer şekilde çocuksuz bir aile ile okula giden iki çocuğu bulunan bir ailenin enflasyonları da aynı olmayacaktır.
Bütün bu nedenlerle enflasyon ölçümünde gelir düzeylerine göre ayrımların yapılması gerekir. Bu çerçevede başka bir boyut da ücretlilerin enflasyonuna ilişkindir. Halkın gerçek enflasyonunun belirlenmesi ya da çarşıda pazarda karşı karşıya kalınan fiyat artışlarının yarattığı yoksullaşmanın en doğru şekilde ölçülebilmesi için, ücretlilerin yoğun olarak kullandığı malların fiyat değişimini ortaya koyan Ücretliler Geçinme Endeksinin de hesaplanması gerekir.
Türkiye’de genel bir enflasyon ölçümü üzerinden yapılan değerlendirmeler yıllardır eksik ve yetersiz bir şekilde sürdürülmektedir. Son dönemde giderek artan bir şekilde yaygınlaşan TÜİK’in enflasyon ölçümlerine ilişkin kuşkular enflasyon hesaplamasındaki yetersizliklere ilişkin sorunları daha da yoğunlaştırmıştır.
Oysa, özellikle enflasyonun yükseldiği koşullarda, enflasyon değerlerinin gerçekçi ve doğru bir şekilde açıklanmasının büyük önemi vardır. Eksik ya da yanlış açıklamalar, işçiler başta olmak üzere tüm ücretlilerin enflasyona bağlı olarak yaşadıkları yoksullaşmayı olağanüstü bir şekilde arttıracaktır.
Yazının ilerleyen bölümlerinde enflasyonun “zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan etkisi” incelenecektir. TÜİK tarafından enflasyon olduğundan daha düşük gösterilerek ücretlilerin ulusal gelirden aldığı payı düşüren bir işleyişe destek olunmaktadır. Bu yolla toplumun geniş emekçi kesimleri mutlak olarak yoksullaştırılırken, yüksek gelirli kesimlere servet aktarımı yapılmaktadır.
Ne yazık ki, “ekmek alamazlarsa pasta yesinler” anlayışı ile, pasta yiyenlerin değil; ekmek bulamayıp aç kalanların sayısı artmaktadır.
Bu anlamda, Türkiye’de yaklaşık 40 yıldır var olan; son 20 yılda giderek yoğunlaşan, 2018 yılının ikinci yarısından başlayarak yaşamı emekçiler için çekilmez hale sokan bir ucuz işçilik, düşük ücret ve gelir dağılımı dengesizliği söz konusudur. Bu sorun kendiliğinden ortaya çıkmamış; siyasal iktidarların ve sermayenin ekonomik büyüme ve sermaye birikimi politikası olarak “bilinçli ve ortak tercihleri” ile varlığını sürdürmüştür. Bu süreç içinde enflasyon olgusu, ücretlilerden sermaye ve devlete kaynak aktarılmasını sağlayan ana araçlardan birisi olarak hep var olmuştur.
Türkiye’nin dünya ile karşılaştırmalı olarak son 40 yılını ve konuya ilişkin gerek teknik gerek politik gerekse satın alma gücüne ilişkin sonuçlarını değerlendirmeyi sürdüreceğiz.