Yeni asgari ücret belirlenemedi. 1 Ocak 2024 tarihinden başlayarak uygulanan 17.000 TL net, 20.000 TL brüt aylık ödeme 2024 yılı sonuna kadar devam edecek…
Doğal olarak tartışmalar bitmiyor. Açlık sınırı-yoksulluk sınırı-asgari ücret ilişkisi… enflasyona karşı kaç ay dayanabileceği…. ekonomideki etkileri…. ücretlilerin çoğunluğunun asgari ücrete yakın ücretlerle çalışması… asgari ücretin enflasyonun nedenlerinden birisi olduğu… Asgari ücret tespit komisyonuna asgari ücretle çalışanların alınması…
Elbette ortaya çıkan yeni tartışma konuları da var. Örneğin 1 Ocak 2024 de belirlenen asgari ücretin neden yıllık olarak uygulandığı ya da ara zam adı verilen bir artışın neden uygulanmadığı. Asgari ücret konuşulurken ara zam kavramı da böylece tartışmalarda yerini almış bulunuyor.
Daha da önemlisi, sendikalı işçilerin hiçbirisinin yalnızca asgari ücret almadığının öne sürülmesi ve buna bağlı olarak asgari ücret tespit komisyonunun yapısının konuşulması. Üstelik bu görüş asgari ücret müzakerelerine katılan işçi konfederasyonu yetkililerinden geldi. “Bizde asgari ücretli işçi yok ki; fırıncı çırağının ücretini niye ben görüşüyorum?” Bu yaklaşımla asgari ücret komisyonuna asgari ücretle çalışan işçiler alındı. Evet, işverenler ve devlet asgari ücretle yaşamanın mümkün olmadığını bilmiyorlardı! Türk-İş’in bu “önemli hamlesi” ile öğrenmiş oldular. İnsafa gelip daha yüksek bir asgari ücret belirleme olasılıkları şimdi artmış bulunuyor. Aslında açlık sınırında dolaşan asgari ücrete baktıkça pek de öyle görünmüyor ama, olsun… Nur topu gibi yeni bir konuşma konusu doğdu; keçiboynuzu türünden.
Ve elbette asgari ücretin ne zaman, hangi şekilde yeniden belirleneceği tartışması. Bu konuda bir türlü içi dolu gerçek bir tartışma yapılamıyor. Birileri “Bu da yeterli değil; ama bugünün koşullarında daha iyisi de mümkün değil” diyerek timsah gözyaşları döküyor. Yıllardır aynı görüntüyü izleyip duruyoruz.
Öte yandan birçok açıdan yanıltıcı değerlendirmelerle sürdürülen asgari ücret enflasyon ilişkisi konusu var. Asgari ücret artınca enflasyon artıyormuş! Daha da ileri gidilerek asgari ücretin artış söylentisinin bile enflasyonu arttırdığı öne sürüldü. Bu görüşleri asgari ücreti arttırmakla yükümlü işçi temsilcileri savunuyor. Tersinden okuyunca; “Asgari ücret artmasın; çünkü o zaman fiyatlar artıyor ve hayat pahalanıyor! Bunun için asgari ücretin artacağı söylentisi bile yeterli!”
Mehmet Şimşek’e danışmanlık yapılsa ancak bu kadarı söylenebilirdi.
Oysa veriler incelendiğinde enflasyonun artışı ile asgari ücret artışı arasında hiç bir ilişki bulunmadığı görülecektir. Örneğin son dönem fiyat artışlarının TÜİK endekslerinde bile tırmanışa geçtiği tarih 2021 yılının Aralık ayıdır. Tüketici fiyatlarının aylık olarak %13,58 gibi son 30 yılın en yüksek oranında arttığı bu ay, asgari ücretin artış gösterdiği bir ay değildir. Asgari ücretin arttığı 2022 yılının Ocak ayında artış oranı daha düşüktür.
Asgari ücret Ocak ayında arttırılmış ve Ocak ayı sonunda çalışanlara ödenmiştir. Dolayısıyla asgari ücretin harcandığı ay Şubat 2022’dir. Şubat 2022 fiyat artışı Aralık ve Ocak’tan da düşüktür. Bu demektir ki enflasyon asgari ücretin artmadığı aylarda fırlamıştır. Alım gücüne dönüştüğü, talep yarattığı ay ise enflasyon gerilemiştir. Buradan çıkan sonuç asgari ücretin enflasyona yol açmadığıdır. Ama şöyle yorum yapılabilir. Asgari ücretin daha önceden konuşulmaya başlandığına göre fiyat artışları ile mutlaka bir ilişkisi vardır. Asgari ücret değil, ama asgari ücretin artacağı söylentisi fiyatları yükseltmektedir. Bu öylesine güçlü bir etkidir ki, söylentiyle tüketici fiyatları son 30 yılda görünmedik ölçüde artmıştır.
Ne diyelim; Allah akıl, fikir versin!
Asgari ücretin artışından sonra 2022 yılının ikinci ayından başlayarak 5 ayda ortaya çıkan artış oranı %28’ler dolayındadır. Buna karşılık asgari ücret artışından önceki 3 ayda fiyatlar yaklaşık %31 artmıştır. 1995 yılından başlayarak yapılacak bir inceleme asgari ücretin artış gösterdiği Ocak ve Temmuz aylarında fiyat artışlarının diğer aylardan daha yüksek gerçekleşmediğini ortaya koyacaktır. Yaşananlar, “asgari ücret arttırıldığında fiyatların arttığı” şeklindeki görüşü doğrulamamakta; asgari ücret artışlarının enflasyonun nedenlerinden birisi olduğu görüşünün gerçek dışı olduğunu göstermektedir. Fiyat artışları, artışın gerçekleştiği dönemin özelliklerine göre oluşmakta, ücret artışı ile doğrudan bir bağlantısı bulunmamaktadır.
Üstelik bu durum yalnızca asgari ücret için değil tüm ücretler için de geçerli bir eğilimi yansıtmaktadır. Çünkü bilindiği gibi gerek emeklilerin artışları, gerekse kamu çalışanlarının aylıklarının artışı Ocak ve Temmuz aylarında gerçekleşmektedir. Özel işyerlerinde toplu iş sözleşmelerinin ücret zammı tarihleri de genellikle Ocak ve Temmuz aylarıdır. Buna bağlı olarak tüm çalışanların ücretlerinde de, yıllık belirlenenler için Ocak ayı, 6 aylık belirlenenler için ise Ocak ve Temmuz ayları ücret artış aylarıdır. Onlarca yıldır böyle uygulanan bir ücret düzeninde ücretlerin enflasyonun nedeni olduğunu söyleyebilmek için her yılın Ocak ve Temmuz aylarındaki fiyat artışlarının ya da hemen arkasındaki Şubat ve Ağustos aylarındaki fiyat artışlarının diğer aylara göre önemli ölçüde yüksek gerçekleşmesi gerekir. Oysa fiyat istatistiklerinde böyle bir durum kesinlikle söz konusu değildir.
Şimdi bazıları, bu yaklaşıma karşı çıkabilmek için “Enflasyonun zaten ne kadar olduğu konusu tartışmalıdır. TÜİK’in rakamlarına bakılarak enflasyon hakkında karar verilemez. Çünkü bu rakamlara güvenmiyoruz.” diyebilir. TÜİK’in rakamlarının özellikle son 3-5 yılda güvenilirliğini hızla yitirdiği açıktır. Ancak burada söz konusu olan somut fiyat artış değerlerinden çok, aralarındaki ilişki ve değişim eğilimidir. Dolayısıyla enflasyonu olduğundan daha düşük göstermeye adanmış TÜİK verileri bile ücret artışları ile fiyat artışları arasında doğrusal ilişki kurmayı mümkün kılmamaktadır.
Bu kadar açık olarak ortada duran gerçeklere karşın asgari ücret konusunda herkes bildiğini okumayı sürdürüyor. Devletin ve işverenlerin kendi açılarından en akılcı çizgiyi sürdürdüğünü de söylemek gerekiyor. Emekçiler açısından ise var olan durum, asgari ücretin yetersizliği yanında, aslında, büyük bir kavram kargaşasını yansıtıyor.
Bu konuda öylesine önemli eksiklikler yaşanıyor ki bu eksikliklerin neresinden başlayarak tamamlanabileceği gerçek bir sorun olarak görünüyor.
Anlaşılan, asgari ücretin belirlenmesinde rol üstlenenler, neyi konuştuklarını bile bilmiyorlar. “Biliyorlar” diyemiyorum; çünkü o zaman bildikleri halde gereğini yapmayan ya da gerçekten rol yapan insanlar durumuna düşecekler.
Önce siyasal iktidardan başlayalım. Bilindiği gibi asgari ücret tespit komisyonu 15 kişiden oluşuyor. Bu kişilerin 5’i kamu, 5’i işveren,5’i işçi temsilcileri. Kurul özerk bir nitelik taşıyor aslında. Ama özerkliği herkes artık tebessümle karşılıyor. Son dönemlerde fazlasıyla politize olmuş bir asgari ücret belirleme süreci yaşanıyor. Bu politikleşme, asgari ücretin doğasında bulunan siyasallaşmayı değil, günlük kısır çıkarları ifade ediyor. Dolayısıyla olması gerekenin tartışıldığı yapısal çözümlere yönelik adımlar gündeme gelmiyor. Asgari ücret belirlenirken reel politika denebilecek seçim odaklı ve kısa vadeli yaklaşımlar geçerli oluyor. Bu durumun en önemli sakıncası ise çalışanların ekonomik ve sosyal sorunlarının uygun biçimde çözülmesine yardımcı olacak bir asgari ücretin ortaya çıkmamasıdır. Sosyal tarafların müzakeresiyle tüm işkollarında belirlenecek bir asgari ücret işleyişi olmayınca ortaya anlamsız sonuçlar çıkıyor. Böylece siyasal sorunlar çözülüyor belki, ama asgari ücret bütün çözümsüzlüğü ile ortada duruyor.
Komisyonun işçi ve işveren tarafları böyle bir süreci onaylayarak aslında kendi ayaklarına ateş ediyorlar. Bugün, özellikle Türk-İş tarafından dile getirilen görüşlerle gelinen aşamanın bir adım sonrası, “asgari ücret tespit komisyonuna gerek olmadığı” görüşüdür. Böyle bir yaklaşımın ise tarihsel olarak işçi sınıfının geriletmek için mücadele ettiği serbest piyasacı-liberal anlayışın temellerini oluşturduğu açıktır. Bu gidişle “Asgari ücrete ne gerek var. Ekonomik işleyişi bozuyor” denecek mi? Bunu da yaşayıp göreceğiz.
Üstelik “Sendikaların asgari ücretin belirlenmesinde ne işi var? Çünkü sendikalı işçilerin hiçbiri asgari ücretle çalışmıyor.” görüşü tam da bu sürece uygun düşüyor. Asgari ücret tespit komisyonundan işçi sendikalarını çıkarırsanız geriye komisyon mu kalır? “Sendikalı işçiler ikramiye ve sosyal yardım aldıkları için asgari ücret sendikaların sorunu değildir.” görüşünün ciddiye alınacak bir yanı olabilir mi? Bu görüşün yansıttığı “cehaleti” birilerinin, bu görüşü yüksek sesle ifade edenlere hatırlatması zorunludur.
Son 40 yıldır uygulanan ucuz işçilik politikası ile bütün bir toplum örgütsüz bırakılmıştır. Bu örgütsüzlüğün yarattığı “asgari ücret toplumu haline gelmek” bile bir uyarı kaynağı olamıyorsa; gerçekten yazık! Ücretin aslında ekonomik olmaktan çok toplumsal bir olgu olduğu görülemiyorsa; yazık! Bileşik kaplar gibi, ücretlerin birbirinden etkileneceği bilinmiyorsa; yazık! Asgari ücretin “en dip ücret” olarak diğer ücretlerden daha çok toplumsal niteliğinin bulunduğu anlaşılamamışsa; gerçekten yazık! Bırakın işçileri devlet memurları için de önem taşıdığı görülemiyorsa; yazık! “Göreli ücret” kavramı sendikacılarda yoksa, ve bu yoklukla ücret pazarlıkları sürdürülüyorsa; yazık! Bırakınız herşeyi, asgari ücretin SGK prim tavanından işsizlik aylığına, aile yardımından başlayarak bir çok göstergeye temel oluşturduğu bilinerek bu görüşler savunuluyorsa; yazık!
Asgari ücret en önemli ücret pazarlığıdır. Sendikaların bu pazarlıktan çekilmesi demek, demokratik toplum yapısının en önemli taşlarından birinin yerinden sökülüp atılması demektir. Asgari ücretin önemini azaltacak, örgütlü kitlelerin asgari ücretin belirlenmesine karşı ilgisini soğutacak bir yaklaşım kendi kendini bitirmenin bir başka adıdır. Asgari ücret pazarlığını sürdürmekle görevli işçi temsilcileri bu gerçeği bilmiyor olamaz!
Fazla uzatmadan söyleyelim; bugünkü anlayış ve uygulamalarla asgari ücretin doğru ve yeterli şekilde belirlenmesi mümkün değildir. Bu nedenle de asgari ücret tartışmaları bitmez; yoğunluğu daha da artarak devam eder.
Bunu yalnızca bugün asgari ücreti belirleyen komisyonda tek bir işçi konfederasyonunun bulunmasını kastederek söylemiyoruz. Elbette bu bir yetersizliktir. Ve demokratik katılım açısından büyük bir eksikliktir. Asgari ücret tespit komisyonunun yapısı demokratikleştirilmeli; tüm çalışanları en geniş biçimde temsil edecek bir yapıya kavuşturulmalıdır. Türkiye’de çalışma yaşamında var olan “en büyük ve tekli temsil takıntısı” bir an önce terkedilmelidir. Çalışma yaşamının her alanında katılım süreçleri bu yönde geliştirilmelidir. Bu konuya bir şekil ögesi olarak bakılamaz. Çünkü demokratik bir değişim, ihtiyaç duyulan farklı yaklaşımların ve çözüm arayışlarının önünü açacaktır.
Ama, çoklu katılımla asgari ücretin saptanması sorunu çözmeyecektir. Çünkü asgari ücretin belirlenmesine ilişkin sorunlar çok daha derinlerde yatan nedenlere dayanmaktadır. Asgari ücretin niteliği ve yapısı değiştirilmeden kalıcı bir çözüm gerçekleştirilemez. Elbette ülke çapında tek bir asgari ücret belirlenmeye devam edilmelidir. Ancak bu ücret, toplu sözleşme sistemleriyle iç içe geçirilerek demokratik bir ortam içinde yaygınlaştırılmalı ve zenginleştirilmelidir. En azından her işkolunda sendikaların toplu pazarlık yoluyla işkollarına ait en az ücreti ya da ücretleri belirleyebilmesi bir başlangıç olarak görülebilir.
Dolayısıyla asgari ücretin yeterli bir düzeyde saptanabilmesi için, var olan toplu sözleşme yapısı ve endüstri ilişkileri düzeni gözden geçirilmek zorundadır. Yoksa bugün olduğu gibi siyasal etkilerle ve ekonomi politikalarının uzantısı niteliğinde asgari ücret belirleme uygulaması varlığını sürdürecektir. Bu durum ise asgari ücrete ilişkin hiçbir sorunun gerçekçi bir biçimde çözümünün oluşmaması anlamına gelecektir. Türkiye bir an önce endüstri ilişkileri sistemi başta olmak üzere demokratik katılım yollarını ve özgürlükçü açılımları gündemine alarak yeni çözümleri üretmek zorundadır. İşyerlerinde iş barışının sağlanmasının ve tüm toplum çapında yaşam düzeylerinin iyileştirilmesinin başka bir yolu yoktur.